Quantcast
Channel: CINE-MUMILLICA
Viewing all 52 articles
Browse latest View live

NICK CAVE ve ONUN DÜNYASI

$
0
0
dünyada 20000 gün

Yönetmenliğini Iain Forsyth ve Jane Pollard'ın üstlendiği "Dünyada 20.000 Gün", nev-i şahsına münhasır sanatçı Nick Cave' in dünyadaki 20.000 gününü, Nick Cave' in senaristliğinde ve onun ağzından bizlere anlatıyor.

22 Eylül 1957 doğumlu sanatçının filmin adı nedeniyle 23.06.2012 gününü izliyoruz. Film, kurmaca belgesel türünde diyebilirim. Görüntüler ve Cave' nin dış sesinin oluşturduğu ara planlar dışında gün içinde dostlarının ziyaretleri filmin bölümlerini oluşturuyor. Terapistine uğruyor, Ellis' in evini ziyaret ediyor, arabasına eski dostları konuk oluyor, kendi adına kurduğu müzenin arşivine gidiyor, stüdyoda şarkı kaydediyor. 


cave nickGenellikle müzik grupları veya sanatçılar üzerine çekilen belgesellerde şarkılar ve/veya canlı performanslar oldukça yer alır fakat bu filmde pek fazla şarkıya özellikle bilindik şarkılarına rastlamıyoruz. Beklentiyi karşılamıyor ama zaten film de bunu vaat etmiyor. Daha çok Cave' in zihninin içine odaklanıyoruz. O şarkıları dinlemekten ziyade o şarkıların nasıl ortaya çıktığını, hangi durumlardan beslendiğini öğreniyoruz. İlhamını ortaya çıkarıyor.
İzlence boyunca bir zaman kaygısı filme hakim. Yaşlılık, yaşlanma korkusu, hatıralar birçok konuşmada karşımıza çıkıyor. Şu anda 58 yaşında olan sanatçı, yaşlılık ile ilgili endişelerini samimi bir şekilde ortaya koymuş. Terapisti ile geçen konuşmada da en büyük korkusunun hatırlayamamak olduğunu telafuz ediyor.

warren ellis

Nick Cave ve onun grubu The Bad Seeds' i tanıyan, bilen kişilerin merakla izleyeceği bir yapım. Bilmeyen kişilere önerim ilk önce onun müziği ile tanışmaları. Aşağıdaki playlistle tanışabilirsiniz. İyi dinlemeler ve izlemeler.

Playlist için tıklayınız

ARTIK ÇOK GEÇ

$
0
0
fikret kuşkan
Cemal Şan’ ın 2000 yılında televizyon kanalları için çektiği beş filmden biri olan “Artık Çok Geç”, varoş bir mahallede başkarakter Haydar’ ın, ailesi olan bağları, arkadaşlık ilişkileri ve aşkını anlatır. Özellikle arabeskten uzak çile ve hüzün, açılışından kapanışına kadar filmin her yerine hakimdir.
Haydar, belirli bir işi olmayan, zorlamayla babasının oduncu deposunda çalışan, sözde mahalle delikanlılarına - ama gerektiğinde mafyaya dalaşacak kadar da gözü pek arkadaşlarına - liderlik yapar. Hayattan da pek fazla beklentileri yoktur bu adamların ama bazı değerleri kaybettikçe farkına varırlar fakat artık bazı şeyler için çok geçtir.

yönetmenCemal Şan’ ın yadsınamayacak kendine özgü bir sinema dili var. Bu dilin belirgin özellikleri Artık Çok Geç filminde de görülebiliyor. Yitik karakterlerin yer aldığı, umudun bile ışığının sönük olduğu ama kesinlikle arabeskvari olmayan, canınızı da acıtan bir yapıya sahip. Filmin sonunda kendinizi dipsiz bir kuyuya bırakılmış gibi hissediyorsunuz, çıkarsızlık hali vuku bulup her yerinizi sarmalıyor.


Varoş bir mahalle gençlerine odaklanan film aynı anda ana karakter üzerinden aile bireyleriyle olan ilişkilerini de gösteriyor. Otoriter ve despot bir babanın kontrolü altında bastırılmış ailenin tek karşı duranı Haydar oluyor. Bu nedenle de ailenin dışında tek kalanı. Diğer aile bireyleri ise sadece susan pozisyonda kalıyor. Filmin en akılda kalan kısmı belki de filmin çıkış hikayesi, gitarı kırılan küçük erkek kardeşin durumu ve sonrası. Basit bir olay sonucu zincirlenemeyen öfke, başka bir bireyde patlama noktası oluşturabiliyor. Bazı şeyleri önlemek için artık çok geç olabiliyor. Farkına varabilmek ya da anlayabilmek için bir şeylerin olmasını beklemek, bir noktadan sonra bir işe yaramıyor.

fikret kuşkan ali atay canan mutluer serdar orçin güler ökten
Filmin oyuncu kadrosunda oldukça fazla tanıdık isim yer alıyor. Fikret Kuşkan, Canan Mutluer, Macit Sonkan, Serdar Orçin, Güler Ökten,Ali Atay, Caner Candarlı, Damla Özen, İsrafil Köseoyunculardan bazıları. Oyunculukların doğallığı ise filmin etkisini arttırıyor. Fikret Kuşkan’ ın performansı ise göz dolduruyor. Müziklerinin de çok iyi olduğunu değinmeden geçmeyeyim.

Artık Çok Geç, kıymeti pek fazla bilinmeyen, sözüm ona vizyona giren çoğu filmden bile daha fazla sinema vaat eden bir yapım. TV filmi kategorisinde yer almasından ötürü es geçilmiş bir film. Bazı torrent sitelerinde bulunabiliyor. Video sitelerinde de kısım kısım izlenebiliyor. İzlemenizi tavsiye ederim…

INHERENT VICE

$
0
0
gizli kusurBaşarılı yönetmen Paul Thomas Anderson' un İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen yedinci uzun metraj filmi Inherent Vice (Gizli Kusur), beklentimin altında ilerleyen hikayesi ile, görüntüsü güzel bir yemek gibi lakin ne tuzu yerinde ne de tadı.
Thomas Pynchon' un romanında uyarlanan film, özetle 70' lerde geçen bir dedektiflik hikayesi. Özel dedektif Doc Sportello' dan uzun zamandır görmediği eski sevgilisi Shasta' nın da kayıp olduğu bir davayı çözmesi istenmiştir. Doc davanın içine girdikçe işler daha zor ve karmaşık bir hal alır.

Film, afişleriyle, fragmanıyla, oyuncu kadrosuyla, yönetmeniyle ve ekibiyle ben burdayım diyor ama hikayenin anlatımı ya da uyarlamadan kaynaklanan hatalar bu duruşu sergilemesinin önüne geçiyor.

En başarılı olunan nokta ise, görüntü yönetmenliği ve filmin genel atmosferinin çok iyi sağlanmış olması. Retro havayı ve renk kartelasını filmin her sahnesinde görsel bir şölen şeklinde izleyebiliyoruz. Kıyafetlerden, eşyalara hatta binalara kadar her şey incelikli olarak düşünülerek eksiksiz bir ortam oluşturulmuş.


Kitabı okumamış biri olarak yazarın anlatım dilini de bilmiyorum. O yüzden hikayeyi sadece senaryo anlamında değerlendirebiliyorum. Filmin en büyük handikaplarından biri, çokça karakterin yer alıp, bu yan karakterlerin birbirleri ile olan bağlarının ya hiç olmaması ya da zorlama bir bağ ile bağlanması. Hikayenin belli noktalarında bu karakterler işin içine giriyor ve çıkıyor ama hikayeye bir katkı sağlamıyor, sağlamadığı gibi ayrıca kafa karışıklığına neden oluyor. Bu da, zaten iki buçuk saat süren bir filmin takibini güçleştirmekten öteye götürmüyor. 

inherent vice

Başkarakterimizin bir hippi olması işin içine farklı bir boyut kazandırıyor. Uyuşturucu kullanımı da filmde oldukça yer alıyor. Hatta kullanımdan sonraki hal - trip - filmin genel havası ile ilişkilendirilmiş gibi; karmaşık ve kafa bulanıklığı. Doc' un kafası güzel hali ile yaptıkları, olayları çözme çabasından öte bambaşka bir duruma evriliyor.

Soundtrack ise gerçekten etkili olmuş. 17 şarkıya sahip. Radiohead grubu üyesi Johnny Greenwood, albüme katkısı bulunanlar arasında yer alıyor.

Doc Sportello
Oyuncu kadrosunun zenginliğinden bahsetmiştim. Joaquin Phoenix başrolü üstlenirken, Josh Brolin, Owen Wilson, Katherine Waterston, Reese Witherspoon, Benicio Del Toro, Jena Malone, Maya Rudolph ve Martin Short yan rollerde karşımıza çıkıyor. Özellikle hippi performansı ve sakalıyla özel bir karakter olarak sinema dünyasındaki yerini alacak ve hatırlanacaktır.

Inherent Vice aslında bir terim. Sigortacılıkta kullanılıyormuş, ben de yeni öğrendim. Nesnenin dışsal etkenler olmadan içsel etkenler nedeniyle bozulma eğilimi içinde olmasıymış. Örneğin çikolatanın erimesi gibi. Filmde aynı isminin anlamı gibi. Kendi güzel halini yine kendi bozuyor. Film 8 Mayıs 2015 tarihinde vizyona girecek.


ŞÜPHELER ÜZERİNE JAGTEN

$
0
0
jagten

Danimarka' nın 2012 yapımı, 2014 yılı yabancı dilde en iyi oscar adayı, Thomas Vinterberg imzalı "Jagten (The Hunt - Onur Savaşı)", hikayesiyle bir çok zor konuya el atarken, altından kalkmasını da iyi biliyor. 

40 yaşındaki Lucas, çalkantılı geçirdiği dönemden sonra herşeyi yola koymuş gibidir. Anaokulunda öğretmenlik yapan Lucas'ın hayatı, öğrencilerinden birinin söylemiş olduğu bir söz ile daha da berbat hale gelecektir. Artık onurunu tekrar kazanmak için yaşayacaktır.


Masumane ve karşılık bulmamış bir sevgi sonrası kızgınlıkla söylenmiş bir yalan, bir insanı ne kadar zor duruma düşürebilir? Özellikle bu olay herkesin birbirini tanıdığı bir kasabada gerçekleşirse. Yönetmen Vinterberg bu soruyu daha da zorlaştırarak tarafları samimi arkadaşlardan seçiyor ve kilit ismi de küçük bir kız olarak belirliyor.

theo lucas agnes klaraKlara' nın öğretmenine karşı beslediği sevgiye karşılık bulamaması onu üzüyor ve müdüreye hayal dünyasında birleştirdikleriyle birşeyler söylüyor. Bu noktadan sonra işin rengi de değişiyor. Suçun olma ihtimali, kasabalının gözünde gerçekleşmiş gibi kesin görülüyor ve bir anda Lucas' a olan bakışlar da değişiyor. Önyargı tüm olumsuzluğuyla cereyan ediyor. Öyle ki burada bireysel bir önyargıdan ziyade toplumsal önyargı sözkonusu. Bireysel bir önyargıyı kırmak bile çok zor iken toplumsal önyargıyı ortadan kaldırmak imkasıza yakın.

Suçun olmuş veya olmamış halinin ispat edilememesi hep bir şüphe duyulmasına neden oluyor. Klara' nın babası Theo ile Lucas'ın ilişkisi bu şüphe etrafında şekilleniyor. Theo bir yandan Lucas'ın yapmamış olma ihtimali ile umutlanırken diğer yandan da yapmış olma ihtimali ile sarsılıyor, kendini çıkmazda buluyor. Devamlı bir tetikte bulunma hali var. Filmin adı tam da bu hali resmediyor. The Hunt yani Av. Av yada avcı olun, av başladığında iki tarafta hep diken üstündedir. Biri avını yakalayabilmek için pür dikkattir, diğeri av olmamanın peşindedir.

lucasFilmin afişinde yer alan bu poster ilk bakışta mahkemeyi andırıyor fakat bir mahkeme salonu değil ama bir yargılamanın olduğunu çok net söyleyebilirim. Filmi izledikten sonra da üzerine oldukça düşünülecek bir bakış. Belki de tüm masumiyetin ispatını ortaya koyabilecek bir bakış. Oyuncu Mads Mikkelsen' in film boyuncu gösterdiği ödüllü performansının doruk noktası diyebilirim. Genel olarak hiç aksamayan oyunculuklar filmin önemli başarı noktalarından biri. Diğer rollerde Thomas Bo Larsen, Annika Wedderkopp, Lasse Fogelstrom, Susse Wold, Lars Ranthe ve Anne Louise Hassing yer alıyor.

Önemli ve zor olan birçok konuyu tek bir hikaye altında başarılı bir şekilde perdeye taşıyan Vinterberg, filmin sonunu net bir şekilde ortaya koymasa da "Çamur at izi kalsın" sözünü açıklayıcı bir anlatımla Lucas'ı av yerine koyarak bıçak üstü hikayeyi ucu açık sonlandırıyor. İki tarafta da yer alarak kendinize pay çıkarabilir veya sorgulayabilirsiniz. İzlemenizi tavsiye ederim.

KEVIN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ

$
0
0
kevin hakkında konuşmalıyız
Anne - çocuk ilişkisine ve çocuk gelişimine odaklanan "We Need To Talk About (Kevin Hakkında Konuşmalıyız)", klasik anlatının dışında izleyen yapısı ve odaklandığı konuyu ele alış biçimiyle hem farklı bir tat veriyor hem de cevaplardan çok sorulara yöneliyor.

Arka fonda fıskiye sesi, rüzgarda sallanan bir perde ve ardından tepeye konumlanmış bir kamera açısıyla, kırmızıya boyanmış insan topluluğunun elleri üzerinde gezdirilen bir kadın. Filmin açılış sahneleri bu şekilde gerçekleşiyor. İzlediğim bu iki sahneyle bile farklı bir şeyler izleyeceğimin heyecanını yaşadım ki nitekim filmin kurgusu ve yönetmen Lynne Ramsay'ın, Lionel Shriver'ın kitabından uyarlanan senaryoya yaklaşımı bu heyecanımı sonuçsuz bırakmadı.


Filmin kronolojisine baktığımızda 20 yıllık bir hikayeyi anlatıyor. Bu anlatı ise klasik bir yapıda seyretmiyor. Flashback ve flashforward ile sarmal bir döngü söz konusu. Çoğu zaman riskli olarak görülen bu yöntem, filmde yerli yerinde işlemiş. Bu yöntem ilk 10 dakikada kronolojiyi çözene kadar sıkıntı oluşturuyor olsa da, daha sonrasında hem merak duygusunu ayakta tutuyor hem de neden-sonuç ilişkisini ortaya koyuyor.

şeytansı bakışlar
Film, cevaplardan ziyade sorularla daha çok ilgileniyor.Hamilelik sırasında yaşanan mutsuzluk veya istememe hali bebek tarafından hissedilir mi, çocuk doğuştan problemli midir yoksa ailenin tavrıyla mı problemli hale gelir, eğitim ve ilgi, çocuklukta ve ergenlikte, kötü veya kötücülden uzak tutulabilir mi, yoksa kaderci bir yaklaşımla her şey olacağına varır ve bunun önüne geçilemez mi? Yahut filmin adında da geçtiği gibi, hakkında konuşup karar vermek bazı problemlerin ya da olabilecek sorunların önüne geçilmesini sağlar mı?

Filmin odağında anne ile çocuk arasındaki problemli ilişki yer alıyor. Kevin, bebeklikten ergenliğe kadar annesiyle hep bir rekabet halinde. Aslında hem seviyor hem de nefret ediyor. Tabi bu tavrının net bir açıklaması yok. Eva ise hem ilgili ve sevgili hem de bir şeytan ile karşı karşıya olduğunun farkında. Filmin finalindeki konuşmada ve sarılmada olduğu gibi birbilerine hem yakınlar hem de uzak. Bu ikiliye dışarıdan katılan baba figürü ise ortada bir problem olmadığı görüşünde ve sadece arada bir kadraja giren bir nesne gibi.

Anne rolünde Tilda Swintonçok iyi performans sergiliyor. Hatta kariyerin en üst oyunculuğu bile diyebiliriz. Kevin' in gençliği şeytansı rolüyle Ezra Miller oynuyor. Bu oyunculuğu ile bir çok filmde rastlayacağımı düşündüğüm oyuncunun filmografisi, oyunculuğu ile pek paralel gitmemiş. Kevin'ın diğer yaşlarını oynayan çocuk oyuncuların bile performansı şeytansı. Cast seçimini bu konuda tebrik etmek gerekir. Baba rolünde ise aslında komedi filmlerinde rastladığımız John C. Reilly yer alıyor. Filmin müziklerine, Radiohead grubunun üyelerinden Johnny Greenwood imza atmış.

tilda ve çocuklar eva

Bilindik ve çok önemli bir konuya farklı bir bakış açısıyla ve yorum katmadan ele alan Kevin Hakkında Konuşmalıyız, her çocuk sahibi veya çocuk sahibi olmak isteyen anne - baba adaylarının görmesi gerektiğini düşündüğüm bir yapım.

68. CANNES ÖDÜL SAHİPLERİ

$
0
0
cannes film festivali

68. Cannes Ödül Töreni bu gece sonuçlandı. 13 Mayıs ile 24 Mayıs arasında düzenlenen festivalde 30 adet film, ödüllerin sahipleri oldu.


Başkanlığını Joel ve Ethan Coen kardeşlerin üstlendiği jüride ayrıca, Rossy De Palma (Aktris), Sophie Marceau (Aktris, Yönetmen), Sienna Miller (Aktris), Rokia Traore (Besteci, Şarkıcı), Guillermo Del Toro (Yazar, Yönetmen), Xaiver Dolan (Yazar, Yönetmen, Aktör) ve Jake Gyllenhaal (Aktör) yer alan diğer isimler.

68. cannes posteri





Bu seneki posterde ünlü aktris Ingrid Bergman' a yer verildi. Festival kapsamında 9 adet kısa 72 adet uzun metraj toplam 81 film gösterildi. Nanni Moretti (My Mother), Denis Villenevue (Sicario), Yorgos Lanthimos (The Lobster), Gus Van Sant (The Sea Of Trees), Woody Allen (Irrational Man), Gaspar Noe (Love), George Miller (Mad Max Fury Road) gibi yönetmenler filmleri ile festivalde yer aldı.







grand prixÖDÜLLER:

Altın Palmiye:Dheepan - Jacques Audiard

Grand Prix: Son Of Saul - Laszlo Nemes

En İyi Yönetmen: Hou Hsiao-hsien - The Assassin

En İyi Senaryo: Chronic - Michel Franco

En İyi Erkek Oyuncu: Vincent Lindon - La Loi Du Marche

En İyi Kadın Oyuncu: Rooney Mara - Carol ve 

                                    Emmanuelle Bercot - Mon Roi

Jüri Ödülü: The Lobster - Yorgos Lanthimos

Altın Palmiye Kısa Film: Waves' 98 - Ely Dagher 

Altın Kamera: Land And Shade - Cesar Augusto

Cinefondation Ödülü: Share - Pippa Bianco

Un Certain Regard Ödülü: Rams - Grimur Hakonarson

Tüm ödüllü filmleri görmek içintıklayınız

BULUT ATLASI, JUPITER VE WACHOWSKI

$
0
0
Filmografilerinin dördüncü ve beşinci filmleri, Cloud Atlas (Bulut Atlası) ve Jupiter Ascending (Jupiter Yükseliyor) sonra Wachowski Kardeşler’ in Matrix Trilogy ile yükselttikleri çıtayı bir daha hiç göremeyeceklerini düşünüyorum.




bulut atlasıDavid Mitchell’ in aynı adlı romanından uyarlanan Bulut Atlası (Cloud Atlas), farklı dönemlerde geçen altı ayrı hikayenin tek bir kurgu ile anlatıldığı çok karmaşık bir yapıya sahip. Sadece bu açıklama bile farklı bir sinema deneyimi yaşayacağınızın işareti fakat bu deneyim çok da keyifle bitmiyor. Hikayenin karmaşıklığı, her hikayenin diğer hikayelerle olan bağlantısının zayıflığı ya da olmayışı ve kurgunun iç içe geçmesi izleyici zorluyor. Bu hızlı geçişlere güç bela ayak uydurulabilirken bir noktadan sonra seyirci kendisini zorlamış ve filmden kopmuş hissediyor. Bir oyuncunun, birden çok karakter olarak karşımıza çıkması, bir nevi bulmaca misali izleyiciyi eğlendiriyor.

jupiter yükseliyor
Jupiter Yükseliyor (Jupiter Ascending) filminde, temizlik işleri yapan basit vatandaş Jupiter’ in, Dünya’ yı aşıp gezegenler arası kraliçeliğini anlatıyor. Bilim-kurgu türünden şaşmayan (ilk film “Bound” hariç) Wachowski’ ler görünüşte farklı bir fikri ele alıyor fakat bu fikir, uygulama aşamasında hayal kırıklığına dönüşüyor. İçi boş karakterlerle dolu dünyadan çok çeşitli fakat hiç de kreatif olmayan mahlukatla dolu uzaya gidiyoruz. Ne yazık ki basit ama kopuk hikaye bu filmde de karşımızda. Gen haritası, DNA, uzun yaşam gibi cezbedici fikirler filmde yer alsa da hikayeyi kurtaramıyor.

wachowski
Wachowski Kardeşler iki filmde de günümüz teknolojisinin imkanlarını sonuna kadar kullanıyor ve sömürüyor. Warner Bros’ un ikiliye güveni tam olacak ki kesenin ağzı tam açık (iki filmin toplamı 275 m $) fakat yapım şirketinin yüzünü güldürmüş olduğunu hiç sanmıyorum (74 m $). Takıntılı oldukları yeniden doğum, kurtarıcı temaları yine karşımızda. Özellikle bu sefer reenkarnasyon iki filmde de yer alıyor ve daha bir net söylemleri var.

Matrix gibi kült, adeta film endüstrisinde rönesans etkisi yapan bir filmden sonra beklentiler de üst düzeyde oluyor fakat ne yazık ki Matrix ile oluşturulan bu yüksek çıtanın, bir nirvana noktası olduğunu ve bu noktanın görüleceğine dair o umut ışığının olduğuna inanmıyorum.

TÜRK SİNEMASI, KORKU TÜRÜ VE İSLAMİ BAKIŞ

$
0
0
hat vav

Türkiye' nin 101 yıllık sinema tarihinde, dini filmler kategorisi dışında değerlendirilen filmler içerisinde, İslam dininin veya tasavvufi düşüncenin, insanın manevi ve maddi yaşantısındaki yeri hakkındaki söylemlerinin bulunmadığını, verilen referansların neredeyse yok denecek kadar az olduğunu rahatça söylenebilir.


Bu tarz bir yazıyı yazmamın nedeni son 10 yıl içerisinde üretilen Türk korku filmleri. Ülkemiz sinemasının en başarısız olduğu film türü olan korku, özellikle son yıllarda adeta atağa geçti fakat içlerinden sinema anlamında başarılı olan film sayısı benim gözümde bir elin parmağını geçmez.

dabbe2005 yılında Hasan Karacadağ'ın ilk filmi "Dabbe" yi duyduğumda oldukça heyecanlanmıştım. Filmin isminin kıyamet alametlerinden oluşu, İslami bir referans verişi orijinal bir fikir olarak kulağa hoş geliyordu. Film efektler konusunda çok başarılı olmasa da farklı bir şeyleri denemiş olmasıyla tatmin ediciydi. Daha sonraki dönemde Dabbe 5 e kadar yönetmen yol aldı ama herhangi bir zenginlik ve yenilik göremedik.

alper mestçiKaracadağ'ın açtığı bu yol, bir çok yapımcı ve yönetmene de tabiki gişe şansı ve nemalanma umudu verdi. İslam dininde yer alan ve Kur'an ayetlerinde geçen cin ve benzeri mahlukatların yer aldığı filmlerin sayısı da yıllar geçtikçe arttı. Özellikle 2014 ve 2015 yılında ciddi bir artış söz konusu. Hikayelerinin benzer olduğu, içerik olarak farklılık gösterse de vasatın altında kalan bu yapımların adeta pazarlaması da aynı tipte görünüyor. Kur' an-ı Kerim' de yer alan ayetlerden birini fragmana ya da afişe koy, kıyısından köşesinden mutlaka cin çıksın. Bu dönem içinde diğer filmlerden ayrılan Alper Mestçi' nin elinden çıkma "Musallat" ve "Siccin" ile Taylan Biraderler' in "Küçük Kıyamet" filmleri, korku türünün başarılı örnekleri arasında gösterebilirim.

İslamiyet rahmet dinidir ama içerisinde korku öğelerini de barındıran, sinemaya bu anlamda orijinal fikirler de sunan bir dindir fakat bu ilham vericilik sinemamızda sadece bir cümle olarak yer alıyor ve basite indirgenmiş hikayeler olarak karşımıza çıkıyor.

Başarısız olsa da İslami motiflerin korku türü ile olan bu birlikteliğilini ne yazık ki diğer türlerde neredeyse hiç rastlamıyoruz. Oysa ki filmlerde incelenen insanın her türlü duygu değişiminin din tarafında bir tezahürü olduğu açık hatta tasavvufi anlamda bile anlatılacak sinemasal anlar aşikar fakat filmlerde yer alan karakterler öylesine yazılıyor çiziliyor ki sanki yaşanılan dünyada bireyin inanç tarafı hiç yokmuş gibi gösteriliyor. İşin içine dini referanslar ya da güçlü bir manevi hal göstermek gericilik gibi görülüyor. Sadece bir ney sesi koymakla ne yazık ki o sahne manevi bir hal almıyor.

özer kızıltan
talip karamahmutoğluÖzer Kızıltan'ın 2006 yılı "Takva" filmini bu yüzden önemli görüyorum hatta bu filmin, devamı cılız kalmış bir akımın öncüsü olduğunu düşünüyorum. Dini bir konuyu ele alıyor gibi görünse de aslında dini referansları ve tasavvuftan beslenerek bize bireyi anlatıyor. "Takva"' dan sonra kimi filmlerin çıkmış olmasına karşın pek başarılı oldukları söylenemez. Tasavvufun keramet tarafıyla ilgilenen "Bendeyar", dağınık senaryosu ve olmamış karakterleriyle kötü denilebilecek bir film. Yardım derneklerini merkeze alan "Takiye: Allah Yoluda" ve inanç istismarı ile gençlere odaklanan "Girdap" gibi filmler bireyden ziyade toplumu etkileyen hikayeleri ile göze çarpan filmler oldu.

Yönetmen Semih Kaplanoğlu' nun sinemasını ise bu konuda farklı bir noktaya koymak gerekiyor. İşin maddi boyutundan ziyade manevi boyutunu inceleyen Kaplanoğlu, daha derinlikli ve incelikli olarak yüzeysellikten sıyrılan bir dile sahip. "Meleğin Düşüşü" ve "Yusuf Üçlemesi"' nde bu tasavvufi düşünceye rastlamak mümkün. Reha Erdem' in filmografisinde de bu manevi boyutun tezahürlerini görmek mümkün. Özellikle "Kosmos" ile hakikatin yansımasını insanda zuhur etmesini izleyebiliyorsunuz. Derviş Zaim ise İslam sanatlarından etkiler taşıyarak filmlerini güçlendiriyor. "Filler ve Çimen"' de ebru sanatını, "Cenneti Beklerken" de minyatür sanatını ve "Nokta"' da hat sanatını, filmlerinde bir motif olarak kullanmıştır.

noktabal süt yumurtakosmos

Filmin içine yerleştirilen İslami bir motif veya tasavvufi bir düşünce sanki filmin değerini düşürüyormuşçasına uzak durulmaya çalışılıyor. Halbuki bu zenginliği kullanabilmek hem filmin adına hem de sinema adına çok büyük bir nimet. Ülkemiz dışından bir yönetmenin, Andrei Tarkovsky' nin bir sözü ile yazıyı bitirelim. Belki daha etkili olur:

stalker

"Yaratıcıdan bağımsız bir sanata hiçbir zaman inanmadım. Sanatın anlamı yakarışın ta kendisidir. Yapıt ise duadır."

KINGSMAN: THE SECRET SERVICE

$
0
0
 kingsman gizli servis

Casus filmleri türüne farklı bir bakış açısı ile yaklaşan “Kingsman: The Secret Service”, aksiyon ve heyecan dolu hikayesi ile seyircilere eğlenceli bir seyirlik vaat ediyor.

Mark Millar’ın çizgi romanından uyarlanan Kingsman, geçmişi 1800 lü yıllara dayanan gizli bir istihbarat servisini merkezine alarak, ajanların dünyayı kurtarma serüvenlerini aktarıyor. Şık giyimli beyefendilerden oluşan Kingsman teşkilatı, aynı zamanda teknolojik anlamda günümüzün çok ilerisinde bir teknolojiye de sahip. Filmin eğlendirici unsurlarından birini de bu teknoloji gelişmişliği oluşturuyor. Bir diğer eğlendirici unsur ise kullanılan grafik şiddetin stilize edilmiş hali. Şiddet nasıl eğlendirici olabilir sorusuna da filmin sonlarına doğru yer alan sahne ile güzel bir cevap vermiş oluyor.

kilise sahnesiFilm, aslına bakılırsa çok da yeni bir hikaye anlatmıyor. Bir kötü adam, dünyanın mahvolma/yok olma riski, dünyayı kurtarma çabaları ve benzeri ama filme yenilik katıp, cazip hale getiren noktalar ise, bazı kritik dönemeçlerde izleyiciyi terse yatırması ya da şaşırtması ve sadece bol aksiyon sahneleri izlemekten çok, o aksiyon dolu sahnelere anlamlar da yüklemesi. Özellikle kilise sahnesi hem gösterme hem cesaretli yaklaşım hem de sinematografi açısından soluksuz izleyeceğiniz bir seyirlik.

Filmin konusunun casusluk olmasından dolayı akla ilk gelen isim James Bond oluyor. Biraz fazla tiye alan hafif saygıda bulunan bir yaklaşımla tatlı-sert göndermeler var. Espriyle karışık dalgasını geçerken, yaptığı işin ciddiyetinden de taviz vermiyor.

çizgi roman karikatürYönetmen Matthew Vaughn, daha önce yine Millar’ ın romanı olan Kick-Ass filmini beyazperdeye taşımıştı. Kick-Ass’ i izlemedim ama Kingsmanda oldukça başarılı buldum. Konuyu ele alış biçimi ve yaklaşımı ile başarılı bir yönetim sergilemiş.

Filmin oyuncu kadrosunda bilindik isimlere rastlamak mümkün. Colin Firth, Samuel L. Jackson, Taron Egerton, Sofia Boutella, Mark Strong, Jack Davenport, Sophie Cookson ve Michael Caine filmde yer alan isimler. Üstün performanslar izlemesek de oyunculuklar açısından göze batan kötü oyunculuklar da söz konusu değil. Jackson' un oyunculuğu, farklı bir karakter olması nedeniyle daha ön planda.

Casusluk filmi kategorisinde değerlendirebileceğimiz Kingsman, maceranın dışında eğlendirmeyi de iyi biliyor ve eğleneceğinizi de garanti ederim. Son olarak filmlerde en basit şiddete bile dayanamıyorsanız dikkatle yaklaşmanızı tavsiye ederim. İyi seyirler…


7 FİLM BİRDEN

$
0
0
Bu haftasonu film izleme açısından oldukça verimli geçti. Üç günlük sürede yedi film bilgisayarıma konuk oldu. Maymunlar Cehennemi Başlangıç, Çarşı Pazar, Mad Max Fury Road, Ex-Machina, Chappie, Tiksinti ve İki Gün Ve Bir Gece izlediğim filmeler arasındaydı. Her bir paragrafta ayrı ayrı filmlere kısaca değindim. Sıralamayı beğenime göre artan bir şekilde yazdım.


erdem yener



Niksar' da eski bir çarşıyı mekan olarak kullanan Çarşı Pazar, günümüzün vazgeçilmez alanları alışveriş merkezlerini anadolunun bu kasabasına getiriyor ve çatışmayı oluşturuyor. Yer yer komik olup güldürse de absürde kaçtığı anlarda güldürmekten ziyade antipati oluşturuyor. Televizyonda denk geldiğinde izlenecebilecek bir film.

makine


İngiltere' den çıkma Ex Machina, yapay zekanın sınırlarını zorluyor. İşin içine hisleri de ekleyen yönetmen Alex Garland, yakın geleceğin en temel konularından biri olabilecek yapay zeka modellemelerin, karanlık olmasa da ürkütücü olasılığını ekrana taşıyor. El attığı konu itibariyle ilgi çekici olan film, tek bir mekan ve yavaş anlatımı ile kendinden uzaklaştırıyor.

insan-robot



Neill Blomkamp'ın District 9 filmine uzaylı-robot filmi diyebiliriz. Chappie ise insan-robot filmi. İzlerken eğlendiren Chappie, oldukça da mantık hatası barındıran bir film. Konu itibariyle aynen Ex Machina' da olduğu gibi yapay zeka, artık bir robot, hissiyat eklenmesi burada da mevcut. Ayrıca bilinç transferi ile beden değiştirme olayı da filmin ilginç ama altı boş noktalarından biri.

maymunlar cehennemi başlangıç




Maymunlar Cehennemi serisinin dördüncü filmi Başlangıç, bu mitin çıkış noktasına serinin diğer filmlerinden bağımsız olarak odaklanıyor. Olayın bilimsel tarafıyla ilgilenen senaryo günümüzde geçiyor. Keyifle ve merakla kendini izlettiren yapım, karakterlere özellikle Sezar' a yaklaşımıyla beraber, iyi bir film olarak hafızalarda yer ediyor.

mad max ateşli yollarda


George Miller' in kült film serisi Mad Max' in son filmi Fury Road, hem yeniden karşımıza Max' i çıkartmasıyla hem de aksiyonun dibine dibine vurmasıyla iki saatin nasıl geçtiğini anlamadan görsel bir şölen sunuyor. Bir senelik aksiyon ihtiyacınızı iki saatte giderebilirsiniz. Adeta izlemekten yorulabilirsiniz bile. Özellikle görüntü yönetmenini ayrıca kutlamak gerek. Yalnız bu sefer Max, biraz Furiosa karakterinin arkasında kalmış. Ayrıca senaryo da fazla başarılı değil hatta çok düz fakat kendinden beklenen aksiyon o kadar yukarıda ki, çok da senaryoyla ilgilenmiyorsunuz.

repulsion

Roman Polanski' nin apartman üçlemesinin siyah beyaz çekilen ilk filmi 1965 yapımı Tiksinti (Repulsion), başrolünde Catherine Deneuve' nin oynadığı Carol karakterinin içinde yaşadığı şizofrenik ve takıntılı halini perdeye taşıyor. Özellikle cinselliğe olan tiksinçliği, yalnız kalışı ile birlikte daha da kötü bir hale bürünüyor. Filmin merkezine de bu takıntısı koyan Polanski, psikolojik bir çıkarımda bulunuyor. Gerilime kayan yapısıyla ve tekinsiz halleriyle bazı ülkelerde yasaklanan film, siyah beyaz olmasının etkisiyle beraber rahatsız edici bir yapıya sahip.

deux jours une nuit


Dardenne Kardeşler' in son filmi İki Gün Ve Bir Gece, ikilemde bırakılmış ve seçimleri sonucunda birbirlerini etkilemiş insanları, başrol oyuncusu Marion Cotillard'ın oynadığı Sandra karakterine odaklanarak anlatıyor. Tüm filmi tek başına sırtladığını söylesem yanlış olmaz. Bir işyerinde "ikramiye mi yoksa arkadaşınızın işe dönmesi mi" oylamasından çıkacak sonuca göre Sandra' nın iş durumu belli olacak ama onun öncesinde Sandra' nın arkadaşlarını ikna edebilmesi için mücadele etmesi gerekiyor. Film içinde bu tip sorular bulmak olası fakat herhangi bir cevap verilmiyor hatta yanlışı olmayan sorular gibi. Film sonu itibariyle de belki de bu hayat denen düzende mücadele edilmeden durulmayacağını bize söylüyor.Her topluma göre farklı bir okumaya da açık olan film maddi-manevi karşıtlığıyla başarılı bir yapım.

JIM MORRISON VE THE DOORS

$
0
0
jim morrisonBugün Jim Morrison' un ölüm yıldönümü. Kendisini ve bu vesileyle grubu anmak adına The Doors filminden bahsedeyim. Yönetmenliğini Oliver Stone' un üstlendiği, The Doors grubu ve daha çok Jim Morrisonüzerine yazılmış 1990 yapımı "The Doors" filmi, grubun ve Morrison'ın 6-7 senelik müzik kariyerini içten ve olabildiğince net, müzikal anlamda da doyurucu bir şekilde ekrana yansıtıyor.

Filmin en büyük başarısı ve bir klasik olmasının altında, yönetmenin, grubun sıkı bir fanı olmasında yatıyor. Stone, filme ticari bir iş olarak bakmıyor adeta grubun beşinci üyesiymiş gibi o anları yaşayarak seyirciye aktarıyor. Genel anlamda çok başarılı bir yönetmen olarak görmesem de, bu filmde - belki de gönülden yaptığından - üst düzey bir iş kotardığını söyleyebilirim.


afişOyuncular arasında Val Kilmer (Jim Morrison), Meg Ryan (Pamela Courson), Kyle Maclachlan (Ray Manzerek), Frank Whaley (Robbie Krieger), Kevin Dillon (John Densmore), Michael Madsen (Tom Baker) bulunuyor. Özellikle Val Kilmer, hayatının oyununu oynamış durumda. Hiçbir rolünde bu performansa ulaştığını söyleyemem. Makyajıyla, fiziğiyle, elbiseleriyle, hareketleriyle, herşeyiyle adeta Morrison var karşımızda. Belki de bu zamana kadar ki tarihteki gerçek kişileri oynama kategorisinde birinci sıraya koyulabilir.

Oliver Stone grubun dinleyicilerini mutlu etmek istercesine soundtrack listesini de geniş tutmuş. Tam süresinde dinlenmese de duyduğunda sevenlerinin hoşuna gidecek 29 adet The Doors şarkısı mevcut. Toplam da 39 adet şarkı lıistede yer alıyor.

ŞARKIGRUP
Carmina BuranaCarl Orff
Everytime I Wanna Make LoveHarmonica Fats
Kiowa Gourd Dance SongHorse Brothers
Who's Walking AwayOlivia Barash
She's About a MoverSir Douglas Quintet
Time Has Come TodayThe Cambers Brothers
Alabama SongThe Doors
Back Door ManThe Doors
Break On ThroughThe Doors
Dead Cats, Dead RatsThe Doors
End of the NightThe Doors
Five to OneThe Doors
Ghost SongThe Doors
Hello, I Love YouThe Doors
Indian SummerThe Doors
L.A. WomanThe Doors
Light My FireThe Doors
Love Me Two TimesThe Doors
Love StreetThe Doors
Moonlight DriveThe Doors
My Wild LoveThe Doors
Not to Touch the EarthThe Doors
People Are StrangeThe Doors
Riders on the StormThe Doors
Roadhouse BluesThe Doors
Severed GardenThe Doors
Strange DaysThe Doors
The Crystal ShipThe Doors
The EndThe Doors
The MovieThe Doors
The Soft ParadeThe Doors
Touch MeThe Doors
When the Music's OverThe Doors
Wild ChildThe Doors
You're Lost Little GirlThe Doors
Hang On SloopyThe McCoys
California SunThe Rivieras
HeroinThe Velvet Underground
Venus In FursThe Velvet Underground


KAN LİMONATA DEĞİLDİR

$
0
0
ali atayAli Atay'ın ilk yönetmenlik deneyimini yaşadığı "Limonata", samimi yapısıyla hem eğlendirmeyi biliyor hem de duygulandırmayı.

Senaryosunu oyunculardan Ertan Saban ile beraber yazan Atay, filmin ilk yarısında eğlenceye, ikinci kısmında, daha fazla duygu yoğunluğuna ağırlık vermiş. Film, ölüm döşeğinde yatan babasının vasiyeti üzerine Makedonya'dan Türkiye'ye gelen Sakip' in, burada kardeşi Selim'i bulup, O' nu, babasının yanına götürmeye çalışmasını konu ediniyor.

Leyla ile Mecnun ekolünün izlerine rastlamak mümkün. Kendine has komedi anlayışla izleyice keyifli dakikalar geçirttiriyor. Hatta konusu olarak devamı  olmasa da "Mutlu Ol Yeter" dizisi de bu filmin sonrasında oluşturulmuş bir proje. Her ne kadar ömrü uzun olmadıysa da diziden keyif aldıysanız bu filminden de keyif alacaksınız.


Filmin alt metninde babalık kavramı yatıyor. Bir yerde hiç bir zaman babasını görmemiş Selim, diğer yanda babasının tek bir sözüyle 800 km uzaklıkta hiç tanımadığı kardeşini bulmak için yola çıkan Sakip. İki ayrı bireyin gözünden babalığın anlamını sorguluyor.

kan limonata değildir

Sakip' in evine ulaşana kadar eğlenceli devam eden hikaye, bu noktadan sonra duygusal bir hale bürünüyor ve adeta bir hesaplaşma ve çatışmaya dönüşüyor. Filmin bir noktasında görünen grafitti yazısı belki de bütün filmi özetleyen bir söz olarak karşımıza çıkıyor "Blood is not lemonade - Kan limonata değildir." Kardeşliğe akrabalığa vurgu yapan bu söz yıllarca görmesen de bir kardeşin varsa O senin kardeşindir, bağlarından kopamazsın onermesini doğuruyor.

Ertan Saban ve Serkan Keskin' in filmi beraber götürdüğü söylesek yeridir. İki oyuncunun da kaliteli oyunculuğu filmin hiç sarkmadan gitmesine yardımcı oluyor. Diyaloglarda gereğinden fazla küfür kullanımı olmuş. Bu konuda biraz daha seçici olunabilirmiş.

serkan keskin

Limonata, alışılmış hikayelerden farklı hikayesiyle izlenmeyi hak ediyor. Komediyle başlayıp yollara dökülen ve duygusallığı da unutmayan Limonata, en azından içinde cıvık cıvık aşk hikayesi barındırmamasından dolayı bile görülmeyi bekliyor.

UNCONDITIONAL REBEL

$
0
0
Unconditional Rebel aslında bir kısa film değil, bir video klip. Yönetmenliğini Guillaume Panariello' nun üstlendiği bu video klip, Fransız sanatçı Siska' nın şarkısına ait.

Bu video klibi buraya taşımamın nedeni, klibin çekilme tekniği. İlerleyen teknoloji ile birlikte hayalgücünün sınırsızlığının harmanı olarak ortaya çıkan bu çalışma, aslında, 5 saniyelik gerçek görüntünün saniyede 1000 kare görüntü alabilen 4K kamerayla, 3 dakika 28 saniye uzunluğunda bir klibe dönüşmesinden oluşuyor.






Eski bir fabrika alanında çekilen klip, 80 metrelik yol üzerinde 80 kişi rol alıyor. Herkesin birbirinden bağımsız hareket ettiği görüntüler, saatte 50 km/s hızla giden bir arabadan çekiliyor. Aşağıda bu beş saniyelik çekim ve klibin en son kurgulanmış hali yer alıyor.



FEAR THE WALKING DEAD

$
0
0
walking deadEn iyi diziler arasında yer alan ve türünün en iyisi olarak gösterebileceğimiz "Walking Dead" dizisinin kardeşi (spin-off projesi) "Fear The Walking Dead" in pilot bölümü pazar (23 Ağustos) günü gösterildi.

Bir saatten fazla süresi ile ilk bölüm sakin ve biraz sıkıcı olmasına karşın, olayların öncesinde geçmesi ile de ilgi çekiciydi. Konu Los Angeles ta geçiyor ve Clark ailesinin üzerinden olayları izliyoruz.

Açılış sahnesinde uyuşturucu bağımlısı Nick' in akşamdan kalma hali ile bir kilisede uyanışına tanık oluyoruz. Kanlı bir tanışma sonrası ilk walker ı da burada görüyoruz. İlk bölüm olması sebebiyle karakterlere odaklanan dizi, beklenen korkunçluğu ve adrenalini pek vermese de makyajı ve görsel efektlerinin kalitesi ile, önümüzdeki bölümlerde güzel sahneler izleyeceğimizin sinyalini veriyor.

clark family

İlk sezon altı bölümden oluşuyor. İkinci sezonunun da onayı alan dizi, onbeş bölüm de ikinci sezonda oynayacak. İlk sezonun bitişinden iki hafta sonra da esas dizi "Walking Dead" in altıncı sezonu başlayacak. 




Dizide yer alan oyuncular arasında Kim Dickens (Madison Clark), Cliff Curtis (Travis Manawa), Frank Dillane (Nick Clark), Alycia Debnam-Carey (Alicia Clark), Ruben Blades (Daniel Salazar), Mercedes Masöhn (Ofelia Salazar) yer alıyor. Pek tanınmış simalara rastlamıyoruz. Farklı bir karakter olan Nick Clark'ı canlandıran Frank Dillane ise diğer oyunculardan daha ön plana çıkıyor.

zombiİlk bölümüyle sakin ama ilgi çeken dizi, sadece abisinin rüzgarına sırtını dayamadan kendine özgü bir dünya oluşturarak belirli bir hayran kitlesine sahip olabilir fakat tersi durumda ikinci sezonun sonunu bile göremez.

IT FOLLOWS

$
0
0
peşimdeki düşmanKorku-gerilim türünde bir film olmasının yanında sinematografisi ile dikkatleri çeken "It Follows - Peşimdeki Şeytan", farklı biçimi ve zengin altmetni ile türün meraklılarının kaçırmaması gereken bir yapım.


Jay haftasonu arkadaşı ile yakınlaşmasından sonra baygın bir şekilde kendini bir harabede bulur. Bu olayla beraber devamlı kendini takip eden birilerini görür. Arkadaşlarının yardımlarıyla berbaber yaşadığı bu korkunç olaylardan kurtulmanın yollarını arar.

Yapısını 80 - 90' lar korku-gerilim sinemasından referans alan film, özellikle sinematografisi ile dikkat çekiyor. John Carpenter veya Wes Craven filmi izlermiş gibi hissediyorsunuz fakat bu hiç kopya yada alıntıymış gibi gelmiyor. Kendine has bir üsluba sahip. Belki de bu özelliğiyle türünde ayrı bir yerde durarak anılacaktır. İlk gösterimini Cannes da yapan film bir çok festivalden de ödülle dönmüş. 


Yönetmen David Robert Mitchell' in henüz ikinci filmi. Filmin konusu da, bizzat yönetmenin on yaşındayken yaşadığı bir kabus üzerinden senaryolaştırılmış. Kendini takip eden bir çocuğun, sadece üzerine doğru hiçbir şey yapmadan yürüyen bir çocuğun oluşturduğu kabustan esinlenilmiş.

it follows

Yukarıda da belirttiğim gibi film zengin bir altmetne sahip. Genelde korku-gerilim türündeki yapımlarda pek fazla bu zenginliğe rastlanmıyor. Çocuk üzerinde ebeveyn etkileri, ergenlik ve gençlik dönemleri, cinselliğe bakış, varoluş gibi kavramlar filmde kendine yer buluyor. 

lil sepe jake weary

Oyuncu kadrosu genç isimlerden oluşuyor. Maika Monroe, Keir Gilchrist, Daniel Zovatto, Jake Weary, Lili Sepe, Olivia Luccardi kadroda yer alan isimler. Üstün performanslar izlemesek de genel olarak rollerinin altından kalktığını söyleyebilirim.

It Follows, her ne kadar mantık hataları ve havada kalan sorular barındırsa da bu hatalarının önüne geçen, sürükleyici, farklı ve içi dolu zengin bir film. İzlemenizi tavsiye ederim.

BEN KİMİM?

$
0
0
ben kimim
Alman sinemasından İsveçli bir yönetmenin elinden çıkma "Who Am I - Kein System Ist Sicher", internetin karanlık tarafı hacker kavramı üzerinden sürprizli ve sürükleyici bir hikayeye davet ediyor.

Benjamin silik ve pasif bir gençtir. Sanal dünyada ise gerçek hayatının tam tersine dahi denilebilecek düzeyde başarılı bir hackerdır ve adını dünya çapında duyurmak istemektedir. Yolu bir hacker grubuyla kesişen Benjamin' i tehlikeli bir yolculuk beklemektedir. 

Alman sinemasından çok fazla başarılı örneklerle karşılaşamıyoruz. "Who Am I", başarılı sayabileceğimiz örneklerden biri. Özellikle anlatımı ile dikkat çeken yapım, kadı kızında da olan kusurları dışında senaryosuyla da beğeniyi hakediyor. 





Günümüzün olmazsa olmazı internetin gizli dünyası olan hackerlık ve sosyalleşme siteleri ile önemi daha fazla artan sosyal mühendisliği filmin arka planına koyan yönetmen, bu iki olgunun insan hayatında ne kadar da etkili olduğunu gözler önüne seriyor. Sosyal medya olsun, etkileşimli ağlar olsun, oluşturulan sanal kimlikler yada gerçek kimliklerle oluşturulan sosyal karakterlerin hayatlarımızdaki etkilerini ortaya koyuyor.

programlama

Filmin ana karakteri Benjamin de sıradan, silik, görünmez, kaybolsa bile kimsenin fark etmeyeceği bir tip fakat işin içine bir bilgisayar girdiğinde bir dahi, her türlü şeyi yapabilen gıpta edilecek bir şahsiyet. Filmin ismi de bu noktada önem arz ediyor. Ben Kimim? sorusu gerçek kimlik ve sanal kimlik arasında kalan Benjamin için sorulacak en önemli soru. Filmin başında herkes tarafından tanınmak isteyen birinin filmin sonunda tekrar görünmez olmak istemesi belki de bu sorunun en güzel cevabı.

hacker

Anlatım tarzı ile de Ben Kimim başarılı bir yapım. Özellikle darknet olarak bilinen hacker odalarının hızlı bir trenle betimlenerek anlatılması hem akılda kalıcı olmuş hem de filme farklı bir hava katmış. Filmin sonuna doğru yaşadığımız çift katmanlı sürprizler akıl tutulması yaşatmasa da güzel bir son ve tatmin edici bir finale imza atıyor. Yönetmen Baran bo Odar akıcı bir dil benimseyerek hızlı internet yaşamına yakışır bir seyirlik sunuyor.

Filmin başrolünü Tom Schilling (Benjamin) üstlenirken diğer rollerde Elyas M'Barek (Max), Wotan Wilke Möhring (Stephan), Antoine Monot (Paul), Hannah Herzsprung (Marie) ve Trine Dyrholm (Hanne) yer alıyor.

İyi bir senaryo, iyi bir anlatım ve güzel bir macera izlemek isteyenler için biçilmiş kaftan. İzlemenizi salık veririm.

5 DAKİKA 5 FİLM

$
0
0
Fırsat bulup da herhangi bir film üzerine yaklaşık bir aydır yazı yazamadım. Geriye baktığımda da izlenen film sayısı artmış. Dedim ki kısa kısa izlediğim son filmler üzerine yazayım ve beş filmlik bir liste ortaya çıktı. En son izlediğim film en başta olmak üzere geriye doğru sırayla buyrun listeye.


Plemya (Kabile)

the tribe kabileUkranyalı yönetmen Miroslav Slaboshpitsky' nin elinden çıkma Plemya,özellikle 132 dakikalık süresi boyunca, tek bir diyalog dahi barındırmamasıyla öne çıkıyor. 

Sergey sağır ve dilsiz okulunda eğitim almaya başlar fakat okulda öğrencilerin oluşturduğu suç çeteleri ile farklı bir dünyaya adım atar. Senaryo gerçek dünya mantığını kırarak, yeni bir dünya oluşturuyor. Kendine özgü bir dile sahip olan film ne yazık ki fazlaca yer alan cesur sahneleri ve bir noktadan sonra sessizliğin oluşturduğu dezavantaj sebebiyle ritmini düşürüyor, sıkıntıya neden oluyor. Birçok yerde farklı dili ve sinemasallığından dolayı övgüyle bahsedilen film, bağımsız sinemadan ve farklı üsluplar arayanlar için taze kan fakat başarılı olduğunu söyleyemem. 2.5 / 5

Hadi İnşallah

Ünlü blogger PuCCa' nın yazılarından senaryolaştırılan Hadi İnşallah, ortalama bir romantik-komedi. PuCCa sevgilisinden ayrılarak İzmir' e ailesinin yanına taşınır. Depresyonu atlatmak ve hayata yeni bir adım atmak için yerel bir kanalda işe başar ve burada Pekmez' i görür.

Başrollerinde Büşra Pekin, Murat Boz ve Şinasi Yurtseven yer alıyor. Romantik-komedi filmlerinden pek haz etmiyorum. Genellikle klişe karakterlerin yer alması en büyük handikapları fakat Hadi İnşallah bu konuda bu klişeyi aşmış durumda. Komedinin daha ağır bastığı bu yapım izlerken beni güldürmeyi başardı. Kimi yerlerde basitleşse de genel itibariyle eğlendirmeyi başarıyor, çok da fazla birşey beklememek gerek. 2.5 / 5


The Horns (Boynuzlar)

Joe Hill' in aynı adlı romanından uyarlanan "The Horns", fantastik edebiyat ve romatizm öğelerini aynı anda barındıran farklı bir yapıya sahip.

Ig, sevgilisinin öldürülmesinden sonra bir numaralı şüpheli durumuna düşer. İçkili bir akşamın sabahında ise artık boynuzları vardır ve insanlar sakladıkları gerçekleri ona itiraf etmeye başlar. Başrolünde küçük Harry Potter, Daniel Radcliffe yer alıyor. Bu performansıyla küçük sihirbaz yaftasından kurtulacağının sinyalini veriyor. Yönetmen koltuğunda ise Haute Tension ile ismini duyuran Alexandre Aja oturuyor. Hristiyanlık öğretileri filmde oldukça yer alıyor. İyi-kötü kavramları, insanların bilinçaltında sakladıkları, en ilkel duyguları ve doğal olarak cennet-cehennem, şeytan-melek kavramları da filmde karşımıza çıkan öğeler. Gerilimin hafif kaldığı, fantastik tarafının aşırı olmadığı, farklı bir seyirlik izleyeceğinizi temin ederim. 3 / 5

OXV The Manual (Frekanslar)

Listenin en bilimsel, en karmaşık ve en iyi filmi. Zack ve Marie özel bir okulda öğrencidir. Zack çok düşük, Marie ise çok yüksek frekansa sahiptir. İkisi bir dakikadan fazla yan yana kaldığında garip olaylar gerçekleşmektedir. Zack bunu çözmenin yollarını arar fakat başka gerçeklerle karşılaşır.

Yönetmen-senarist Darren Paul Fisher zor bir filme imza atmış. Söyleyecek çok sözü var fakat bir noktadan sonra senaryonun içinde kayboluyorsunuz. Bu filmin tek eksi yönü. Diğer taraftan filmin ilk açılış sahnesi ile beraber farklı birşeyler, kendine özgü bir dilin yansımasını izleyeceğinizi hissediyorsunuz. Film yapısı üç ayrı karakterin gözünden, üç ayrı zaman dilimi içerisinde olayların gelişimini izliyoruz. Bilim, aşk, sanat ve kader kavramları çok iyi bir şekilde işlenmiş. Seyircinin aktif bir şekilde katılımını isteyen OXV, devamlı düşünmeyi, tabiri caizse saksıyı çalıştırmayı amaçlıyor. Sadece izlemekle yetinmeyen seyircilerin kaçırmaması gereken bir film. 3.5 / 5

Water Diviner (Son Umut)

Russell Crowe' un tek başına ilk yönetmenlik deneyimi olan "Water Diviner", Çanakkale Savaşı' nın dört yıl sonrasında oğulları aramak için Avustralya' dan çıkıp Çanakkale' ye gelen Connor' un hikayesini anlatıyor.

Filmin en beğendiğim noktası, ele alınan tarihi bir olayın iki taraf açısından da savunulmadan olduğu gibi gösterilmesiydi. Bu nedenle siyasetten uzak, olayın insani tarafı ile ilgilenmesi izlenebilirliği de arttırıyor. Bir arama hikayesini konu eden film, arka planda Osmanlı' nın son dönemlerine de bir bakış atıyor. Filmin Türkiye (Osmanlı)' de geçmesi ise ayrı bir sempati katıyor. Oyuncu kadrosu da oldukça geniş. Russell Crowe, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Olga Kurylenko filmin başrollerinde yer alıyor. Crowe ortalama bir yönetmenlik başarısı gösterirken, film, olmuş olgun bir yapım olarak boy gösteriyor. 3 / 5

AYA SEYAHAT

$
0
0
Sinemanın mucidi Auguste ve Louis Lumiere Kardeşler ilk gösterimlerini 28 Aralık 1885 yılında gerçekleştirdiler. Yaklaşık birer dakikadan oluşan on ayrı kısa görüntüler Paris' te gösterildi. Sinematograf adı verilen bir cihaz sayesinde görüntüler ekrana yansıtıldı. Sinema bu görüntülerden doğdu. 





İlk film, ayrıca ilk bilim-kurgu filmi ise 1902 yılında fransız yönetmen Georges Melies tarafından çekilen "Aya Seyahat - Le Voyage Dans La Lune - A Trip To The Moon" dur. Zamanının çok ilerisinde bir film olan Aya SeyahatJules Verne' nin Aya Seyahat ve H.G. Wells' in Aydaki İlk İnsanlar romanından esinlenerek senaryolaştırılmıştır. Tam bir bilimkurgu fantezisi ve dönemine göre çok iyi görsel efektleri bulunmaktadır. Siyah-Beyaz ve sessiz olan film 16 kare olarak yaklaşık 14 dakikadır. 25 kare olarak yaklaşık 8 dakikadır. Bu ilk filmi kaçırmamanızı tavsiye ederim.

PIXELS

$
0
0
8-bit

Pixels, eski 8-bit atari oyunlarını hatırlatması, seksenli ve doksanlı yıllarda çocukluğu geçmiş bir jenerasyonu heyecanlandırmasıyla güzel, eğlenceli ve keyifli bir aksiyon sunuyor.

Çocukluğunda çok iyi bir atari oyuncusu olan Sam, girdiği yarışmada ikinci olunca oyunlardan vazgeçer. Yıllar sonra, oynadığı oyunlarda karşısına çıkan oyun kahramanları, artık eğlenmek için değil, savaşmak için gelmiştir. Sosyal medyada zamanında çokça paylaşılan, Patrick Jean' in 2010 yılında çektiği animasyon kısa filmin uzun metraja kotarılmış hali, tabiki Hollywood un kendince bakışıyla.


Filmi seyrederen belirli bir zumre filmden ayrıca keyif alacaktır. Zamanında başında saatler geçirerek eğlenilen oyun kahramanlarını tekrar görmek inanın çok daha keyifli oluyor. Film, süresi boyunca sıkmadan, eğlendirerek geçiyor. Bu tarz bir fikrin gerektirdiği görsel efekt ve CGI teknolojisi de filme ayrıca bir görsellik ve zenginlik katıyor. Donkey KongPac-ManAlien InvadersPaper Boy vb bir sürü oyun kahramanını film içinde görmek mümkün. Hele ki filmin sonlarına doğru pür dikkat izleyeceğinizi söyleyebilirim; hangi tanıdık kahramanı görebilirim diye.

donkey kong

Kahramanların dışında oyuncu kadrosu da oldukça zengin. Adam SandlerKevin JamesMichelle MonaghanPeter DinklageSean BeanBrian Cox oyuncular arasında yer alıyor. Yönetmen ise Chris ColombusEvde Tek Başına ve Harry Potter filmlerinin de yönetmeni. 

peter dicklage

Pixels 106 dakikalık süresince sizi sıkmadan, eğlendirerek güzel bir vakit geçirttirecektir. Fazlasını da beklemeye gerek yok.

ANT-MAN: BİR KÜÇÜK KAHRAMAN

$
0
0
karınca adam
En son sinemelara konuk olan Marvel Comics' in süper kahramanı Ant-Man, farklı bir kahraman profili çizerek, hem bilindik bir senaryoya hem de farklı bir karakterizasyona sahip. İlk defa 1962 yılında çizgi-romanda ortaya çıkan Ant-Man, Marvel Comics' in karakterleri arasında farklı duran bir kahraman.

Hank Pym ürettiği özel bir paritkül sayesinde nesneleri oldukları boyuttan çok daha küçük boyutlara indirgeyebilmektedir fakat bir sonraki aşaması canlılarının da küçültülmesi onu bu işten vazgeçmesine neden olur. Yıllar sonra yardımcısı tek başına bu aşamaya ulaşır. Bunun yok edilmesi insanlık ve dünya için çok önemlidir.


Senaryo bildiğimizden farklı değil. Yine bir kötü adamımız var, yine kendi çıkarları için dünyayı pek de önemsemiyor ve iyi adamlarımız ve süper kahramanımız bu işe son vermek istiyor. Süper kahraman filmi izlendiğinde nedense çok da senaryonun incelikli olunmasına bakılmıyor, daha çok işin aksiyon tarafı ve oluşturduğu dünyaya dikkat çekiliyor. Nitekim abartılı aksiyon sahneleri barındırmasa da eğlenceli aksiyon sahneleri oldukça izleniyor.Günümüzün Ant-Man' i diğer süper kahramanlardan oldukça farklı. Onun hiç insanüstü bir özelliği bulunmamakta. Bütün özellik kostümünde. Kostümü sayesinde istediği anda küçülüyor ve istediği anda büyüyor. Ayrıca özel bir kulaklık sayesinde de karıncalara emirler verip istediğini gerçekleştiriyor. 

peyton reedYönetmen koltuğunda Peyton Reed, filmi ciddiyetten biraz uzak eğlenceli ve komik olarak ele alarak yönetiyor. Bunu artı, olumlu bir hamle olarak görüyorum. Oyuncular ünlü ve deneyimli isimlerden seçilmiş. Michael Douglas, Paul Rudd, Evangeline Lilly, Corey Stoll, Bobby Cannavale başrollerde yer alıyorlar. Filmin iki-üç yerinde de Avengers a atıfta bulunuyor ki önümüzdeki dönemlerde filmin üçüncüsü çekilirse Ant-Man' in de kadroda yer alması muhtemel.

Küçük boyutlu büyük lider Ant-Man, mizahı tarafı da olan keyifli bir film olarak izlenebilir. Kapanıştan sonra iki ayrı sahnenin olduğunu da belirteyim. İyi seyirler...
Viewing all 52 articles
Browse latest View live